Emre Candan


15.06.08 - sanat benim günlüğüm


günlükte yazdığım bir yazıya ilk defa başlık koyuyorum. çünkü sanırım bir başlığı hakediyor. salı gününden beri geçirdiğim dört gün aslında bir hazırlıktan başka bir şey değildi. fakat nedense bir hazırlıktan daha fazlasını tecrübe ediyorum hala.


çocukluğumdan beri istemeden de olsa hep bir düzen arayışında oldum; kafamın içindekilerin düzeni. zaman zaman obsesif bir hal alan bu durumdan faydalanmak ne kadar mümkünse zarar görmek te o kadar olası. "günlük" böyle oluştu. istiflemeye çalıştıkça daha çok dağılan düşünceleri enseme kablo bağlayıp bir ekrandan izlemeyi isterdim fakat sanırım şu an pek mümkün görünmüyor, olsa bile muhtemelen cine5'in eski şifreli yayınları gibidir. işte bu yüzden kendime bir günlük oluşturdum. iyi, kötü ne varsa en azından aralarından işe yarar bazılarını unutmamak için. malum; yazı kalır. günlüğün benim için bir hayat manifestosu ve hatta bir öğreti haline gelmesi ise başka bir konu.


bu projeye nasıl girdiğim aslında pek hatırladığım birşey değil çünkü yaklaşık yedi aydır günlük yazmıyorum. fakat bu konuyla ilgili kayda geçen ilk şey seray'ın ağzından çıkan "blog" kelimesi oldu. serginin açılışından bir kaç ay önce bir blog açılacaktı, bir nevi serginin günlüğü tutulacaktı. urban'da yapılan toplantıdan çıkışta bige'yle ufak bir fikir alışverişinin ardından ertesi gün seray'ı arayıp bu blog işini yapmak istediğimi söyledim. daha sonra evindeki toplantıda uğur'un bizden bu projeye eğitimini aldığımız disiplin ve daha önemlisi hayat görüşlerimiz doğrultusunda destek olmamızı istemesi doğru bir seçim yaptığım konusunda beni ikna etti. oturduğumuz masanın ortasında kocaman altın bir cümle onu şekillendirmemiz için bizi bekliyordu: sanat benim oyun alanım.


kabul, zaten yapmakta olduğum bir şeyi yapmak biraz kolaya kaçmak gibi oldu ama bunu şimdi başka bir şeyle birleştirmekti benim için önemli olan. üstelik bu sadece benim değil, bir çok insanın ortak günlüğüydü. bu sergi blog açıldığında açılmış oldu, yaşamaya başladı. salı günü, seray'ın "uyanınca zıplasana, sana iş var" mesajının beni dört gün boyunca senelerdir gitmediğim lunaparka hapsedeceğinden haberim yoktu.


...benim isviçre - türkiye maçında yağmurdan ıslanıyor olmam gerekiyordu, oysa ki şu anda 40 derece güneşin altında robert'ın basketbol potalarından birini deviren veleti azarlıyorum...


açık söylemek gerekirse işlerin bu kadar yoğun olacağını tahmin etmemiştim. çarşamba sabahı petrit'i evinden alırken hayatıma üç günde bu kadar çok düşünce katacak biriyle tanışacağımı da bilmiyordum; başta biraz bu rehberlik işinden dolayı endişelendiğimi saklamayacağım. lunapark'ın şarapçı abilerine petrit'in kümesini temizletirken sıcaktan bayılıp, seray'la gmall'daki ıssız koltuklarda son saniye tasarımları yaparken ayıldım.


...eee, hani ben sadece blog'la ilgilenecektim?...


bu yazıyı dört günlük yorgunluğun verdiği ama mutluluğun birazını geri aldığı üç saatlik uykunun 24 saat sonrasında yazıyorum, kısacası hala dinlenmedim. neden bu kadar mutlu olduğumu aslında bilmiyorum, ilk defa böyle bir şey yaptığımdan olsa gerek. ama bildiğim en iyi şey şu dört günde tanışabileceğim en iyi insanlarla tanışıp, oynayabileceğim en güzel oyunu oynadığımdır. dün saat akşam 10 gibi petrit'i kümesinden alıp "what a wonderful world" eşliğinde "mahalle hatırası" toplarına oturduğumuzda benim için bu oyun bitti. birlikte kümesi yaptığı ustayla petrit'in italyanca konuştuğunu ve açılışın sonlarına doğru seray'ın rahatlamış halini görünce "yemişim isviçre'yi de kupasını da" diye geçirdim içimden. gecenin sonunda ise engin'le arabalarımızı çarpıştırırken ağzımda gelibolu'da 20 yaşındaki bir askerin mezarında okuduğum cümleyi geveliyordum; i have fought a good fight... savaş da insanların oynadığı en eski ve en gerçek oyunlardan biri ne de olsa.


...come wander with me...


ilk not: bu yazı günlüğün gerçek bir bölümüdür fakat blog'a koymak üzere yazdığım için her zamankinden biraz daha farklı bir üslupta yazdım... öncekilerde kendi kendime konuşurdum.


son not: teşekkürler seray, sena, uğur, petrit, engin, bige, lunaparktaki bütün abiler ve diğer herkes.


...game over...






1 yorum:

Umut Eroğlu dedi ki...

önceki yazıların hakkında fikir sahibi olmadan yorumluyorum; ifade kirliliğinin egemen olduğu blogosphere'de senin ifadenin akıcılığı okuntuma keyif verdi. üslubuna lütfen devam et.

not: 'sanat benim oyun alanım'; son zamanlarda gördüğüm, naifliği işlevsellikle en iyi bağdaştırmış, kaygıdan çok amaç güden, fiiliyatı gülümsemelerde sezilen, gönülden güzel bir proje. herkesin eline, aklına sağlık. tebrik ederim.