Deniz Üster


Beden, başladığı ve bittiği yeri, daha doğrusu tüm sınırlarını kendi içinde barındırır. Bunun yanısıra  kirliliğin de ilksel kaynağı olduğu için bedeni, sınırlandırılmış herhangi bir sistemin modeli olarak ele alabiliriz. Bu durumda bedenin sınırlarının, 'tehdit edici' ve 'güvenilmez' olan her sınırı temsil etmesi kaçınılmaz olur.

Sınır kavramı, bedenin bütünlüğü söz konusu olduğunda vazgeçilmez birşey. Mekanın zeminine yerleştirdiğim hamurdan yapılmış uzuvlar, bu sınırın görsel  düzeydeki temsiliyle ilgili; çünkü beden, başlı başına görüntüyle ilgili bir olgudur.

Sergi zeminindeki, bütününden koparılmış ve bir hayli deforme edilmiş beden ya da organ parçaları, ilk bakışta kendini ele vermez; sadece bedene 'dair' ya da 'ait' olduğunu sezdirir. Oysa biz bedeni bütünlüğü içinde tanıyoruz ve benimsiyoruz. Bu durumda herhangi bir parçanın, tümden koparıldığı takdirde bize iğrenç gelmesi kaçınılmazdır.

Öte yandan, yemek yemek ya da dışkılamak da direkt olarak bizi iğrenç olana, bedenin muğlaklaşan sınırlarına taşır. Yiyecek, vucuda alınan; dışkı da bir anlamda vucuttan kovulan olduğu için, kendi aralarında bir iç dış ilişkisi, bir geçiş oluşturur. Aslında yeme eylemi, tüm diğer bedensel fonksiyonlar gibi hem itici, hem de cezbedicidir, çünkü bedenlerimizi özerk ve temiz kılmak için ona her zaman ihtiyacımız vardır. Tam da bu noktada yerleştirmemde malzeme olarak kurabiye hamuru kullanmayı uygun gördüm. Böylece bu kurabiyeler zamanla küflenip, bozulacak, kendi performansını tamamlayacaktır. Tıpkı bedenin parçalanması gibi, 'yeme' eylemi de bedenimizin sınırlarını sorgulamaya davet eder ve kimliklerimizin değişkenliğine vurguda bulunur.

Hiç yorum yok: